Aşılama bulaşıcı hastalıklardan korunmanın güvenli bir yoludur. Modern anlamda ilk aşı İngiliz Dr. Edward Jenner tarafından 1796 yılında bulunan çiçek aşısıdır. Bu aşı sayesinde çiçek hastalığı 1977 yılında eradike edildi (kökü kazındı).
Şimdiye kadar onlarca hastalığa karşı aşı geliştirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bunlardan 34 tanesini listesine almıştır ve üye ülkelere önermektedir. Ayrıca, hayvanlardaki hastalıkları önleyen 11 çeşit aşı bulunmaktadır.
Aşılama yoluyla vücutta o hastalığa karşı “antikor” (hastalık etkenine karşı silah) geliştirildiği için o hastalığa karşı “bağışıklık” kazanılır, kişi söz konusu hastalığın etkeni (mikrobu) ile karşılaşsa bir hastalanmaz ya da hastalığı hafif geçirir. Bir toplumda bir hastalığın kontrol altına alınabilmesi ve yok edilebilmesi için toplumdaki risk altındaki bireylerin (hastalığa yakalanma tehditi altındakilerin) en az %95 kadarının aşılanmış (bağışık) olması gerekir. Buna “toplum bağışıklığı” (sürü bağışıklığı, herd immunity) denir. O nedenle, aşılanma aynı zamanda bir toplumsal sorumluluktur. DSÖ, aşılamanın her yıl 2,5 milyon ölümü önlediğini tahmin etmektedir.
Aşının önemi bilinmesine karşın, son yıllarda dünyada aşı karşıtlığı tutumu olduğu gözlenmektedir. Bazı kişiler aşılanma konusunda tereddüt göstermekte ya da aşılanmayı reddetmektedir. Bu tutumu gösterenler şu gerekçeleri ileri sürmektedir: Aşıda cıva, alüminyum, eter gibi vücuda zararlı kimyasallar bulunur, bu maddeler otizm hastalığına yol açar; üretici firmalar yüksek kar amacıyla pazarlama taktikleri uygulamaktadır; hastalığı geçirerek bağışıklık kazanmak aşılanmadan iyidir; aşılanma yerine geleneksel tıp uygulamalarına başvurmak daha etkilidir; aşılar bağışıklık sistemi henüz tam olarak gelişmemiş olan çocuklara zarar verir; aşıların etkili olduğunu kanıtlayan inandırıcı çalışmalar yoktur, aksine yan etkilerini gösteren araştırmalar vardır; aşılama bazı dinsel inançlara aykırıdır.
Bu gerekçelerin tümü tıp bilimine uymaz ve her birinin geçersiz olduğunu kanıtlayan çok sayıda araştırma ve bilimsel yayın bulunmaktadır.
Ülkemizde tek tük aşı retleri 2010’dan bu yana görülmekteydi. Ancak, 2015’de Ordu ilinde yaşayan bir savcının ikiz bebeklerine aşı yaptırmaması üzerine, il sağlık yetkilileri aile aleyhine dava açtı. İkizlerin babası bireysel hak ihlali ve onam alınma zorunluluğu getirilmesi isteğiyle karşı dava açtı ve bu davayı kazandı. Üstelik, Anayasa Mahkemesi, bu konuda hak ihlali olduğuna karar verdi. Böylece aşı reddi kamuoyunun ilgilendi bir konu oldu, aşıya karşı toplumun bir kısmında tereddüt oluştu, bazı ebeveynler çocuklarına aşı yaptırmadılar. Sağlık bakanlığı bu ailelerin sayısının on binleri bulduğunu açıkladı.
Öte yandan, 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nda şöyle bir hüküm bulunmaktadır (Madde 89): “Türkiye hudutları dahilinde doğan her çocuk doğumu takip eden ilk dört ay zarfında aşılanır. Çocuğun peder ve validesi aşı mecburiyetinin ifa edilmesinden aynı suretle mesuldürler. Ebeveyni olmayan çocuklar veya ebeveyni nezdinde bulunmayan çocuklar için çocuğu bakmak üzere kabul eden şahıslar veya müesseseler müdürleri mesuldürler.”
Görüldüğü gibi aşı reddi, halk sağlığı ilkeleri, bulaşıcı hastalıklarla mücadele stratejileri ve Umumi Hıfzıssıhha Kanununa uymamaktadır. Buna karşın, yargı organları aşılanma öncesinde ailenin olurunun alınasını gerekli görmüştür. Artık yapılması gereken şey, zorunlu aşılanma konusunda yasal düzenlemeler yapılmasıdır. Nitekim, bu konuda hazırlıklar sürmektedir.