M.Ö. 5000 yıllarında yazılmış bir Çin kitabında cüzzama yer verilmiş. Tarihte, toplum cüzzamlıları damgalamış; kişiler cümzamlılardan kaçmışlar, onlarla selamlaşmak, onlara dokunmak istememişler.
Anadolu’ya cüzzamın İskit ve Hititler tarafından taşındığı tahmin ediliyor. Bu kavimler tarafından Kastamonu dolaylarında bir leprozori kurulduğu biliniyor. Osmanlılar da cüzzamlı kişileri toplumdan izole etmeye çalışırdı. Osmanlılar, Edirne, İstanbul, Bursa, Safranbolu, Konya, Gelibolu, Marmara Adası, Kıbrıs ve Girit’te leprazoriler kurup işletmişlerdir. Edirne Leprazorisi II. Murad zamanında yapılmış ve 200 yıl kadar açık kalmıştır. Bu leprozoriler arasında en çok bilinenlerinden birisi 1514 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından açılan “Üsküdar Miskinler Tekkesi”dir. Burası 1927 yılına kadar işlevini sürdürmüştür.
Miskin deyişi, yoksul, tembel, aciz, zavallı, tepkisiz, hareketsiz anlamına gelir. Cüzzamlı hastalar da iskelet deformiteleri ve sinirsel arazlar nedeniyle yavaş hareket edebildikleri için halk arasında “miskin” olarak adlandırılırdı. Aslında bu terim, cüzzamlı hastalara toplumun insani yaklaşımını, nezaketini gösterir. Cüzzamlıların barındırıldığı leprozorilere “tekke” ya da “dergah” denilmesi de hastaların gururunu incitmemek için olsa gerektir. Bir kişinin miskinler tekkesine kapatılması için Şerî mahkemesinde dava açılması gerekirdi. Hakim iki hekimi bilirkişi olarak belirlerdi. Bu hekimler kişiyi muayene eder ve gerçekten cüzzam hastası olup olmadığına karar verirlerdi.
Türkiye’de çağdaş anlamda cüzzam savaşının Prof. Dr. Mazhar Osman Usman tarafından başlatıldığı söylenebilir. Cüzzamlılar 1927 yılında Bakırköy’deki Reşadiye Kışlasında kurulan Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi’ne taşınır. Böylece, cüzzamlılar ayrı bir kuruluşta değil, bir hastanenin bir bölümünde tedavi edilmeye başlanır. Dr. Refik Saydam, sıtma, frengi ve trahom gibi cüzzamı da öncelikle mücadele edilmesi gereken bir hastalık olarak ele aldı. Daha sonra, 1941 yılında Elazığ’da bir Cüzzam Hastanesi, 1957 yılında ise Ankara’da “Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği” kurulur. Bakanlıkça 1962’de Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF ile yapılan anlaşma ile yeni bir “lepra savaşı projesi” başlatıldı. Sivas, Ağrı, Ankara, Bitlis, Erzurum, Kars, Maraş, Muş, Van, Yozgat ve Hakkari’de “Lepra Savaş Dispanserleri” açıldı. Tarama muayeneleri yapıldı, bulunan hastalar tedaviye alınmaya başlandı.
Bu çalışmaların sembolü Prof. Dr. Türkan Saylan oldu. Onun sayesinde ve “biz büyük bir aileyiz” sloganı ile Türkiye’de cüzzamın kontrol altına alınması ile ilgili çalışmalar etkili biçimde yürütülürdü. “Tedavi görmüş cüzzamlı hastalara karşı olan her türlü ayrımcılığın giderilmesi sözleşmesi” Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Banki Moon’a iletildi. Cumhuriyet döneminde kayıt altına alınan onbine yakın hasta ev ev dolaşılarak çalışmalar yürütüldü, erken tanı ve tedavi programı sayesinde cüzzam ülkemizde bir halk sağlığı sorunu olmaktan çıktı.
Türkiye’de 2000 dolayında tedavi edilmiş vaka var. Öte yandan, 2010 – 2012 yıllarında 14 yeni vakanın teşhis edilmesi cüzzamın bir potansiyel sorun olduğunun ve önlemlerin devam etmesi gerektiğinin kanıtıdır.